Her şey NATO zirvesinde başladı ve herkes biliyor Afganistan ile ilgili gizli anlaşmanın yapıldığını.. bunun için şüpheleri resmi bir belgeyle kanıtlamaya gerek yok. Ülkenin sınırından elini, kolunu sallayarak gelen Afganlar en büyük kanıt değil midir? Nato zirvesi öncesi neden Afganlar akın akın gelmedi? Kanıta gerek yok, kağıda hiç gerek yok, canlı canlı yaşananlar ortada… AKP boşuna kanıtlayın demesin, belge nerde demesin?
Siz, bir yabancı ülkeye göçmen olarak gitseniz en başta o ülkenin dilini, yasalarını, tarihi ve kültürünü öğrenirsiniz. Londra’da yaşayan akrabalarım var. Size sordukları sorular arasında “İngiliz milli takımının oyuncularını sayar mısınız?” sorusu bile var. Örneğin, Amerikan anayasasının maddelerini ezbere bilmek zorundasınız, size bu maddelerden 6 tanesini soruyorlar, bilirseniz vatandaşlık alıyorsunuz, şayet bilmezseniz bu hakkı size vermiyorlar. Bizim anayasamız Atatürk felsefesiyle hazırlanmıştır. O yüzden temeli Atatürk ilke ve devrimleridir. Çerçevesi budur. Bu çerçeveyi çıkarıp çöpe atarsanız kendinize başka çerçeve bulur Afganistan gibi olursunuz. Sorarım, bu ülkede yaşayan yabancılar bizim Anayasamızı ezbere biliyor mu? Kaç maddesini biliyorlar? Bu kişilere Atatürk ilke ve devrimlerine uymaları mecburi hale getirilsin. Sadece yabancılara mı? Bu ülkede yaşayan herkese… Benim AKP’den sonra gelecek olan iktidardan beklentim budur. Aksi halde Amerikan uşağı olmaya devam edersiniz. Atatürk devrimleri mutlaka uygulansın, -mış gibi yapılmasın.
Amerika’nın kölesi olmanız için siyasal İslamcı olmanız yeterlidir. Bunu İran’da gördük, Irak’ta gördük. Madem konumuz Afganistan o halde anlatalım bir zamanlar Afganistan nasılmış?
Bir Zamanlar Afganistan
1919 yılında İngilizlerle savaşarak bağımsızlığını ilan etti. 1926 yılında ise Kral Emanullah Han başa geçti. Kral muhafazakar biriydi ve sosyal reformlar yaptı. Ancak halk muhafazakar krala karşı direndi. Emanullah ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 1933 yılında Zahir Şah başa geçti, ülkeyi 40 yıl boyunca yönetti. 1950’li yıllarda ise General Muhammed Davud başbakan oldu, Sovyetler Birliği’nden ekonomik ve askeri yardım aldı. Bu sayede ülkede reformlar yaptı. Öyle ki, kadınların toplum hayatından dışlanmasını tamamen ortadan kaldırdı. 1960’lı yıllara gelindiğinde başkan istifaya zorlandı. 1964 yılında Afganistan monarşi yönetimine geçti. Ancak bu yönetim biçimi ülkede kutuplaşmalara ve olaylara neden oldu.
Muhammed Davud 1973 yılında askeri darbe yaptı, iktidarı ele geçirerek Cumhuriyeti ilan etti. SSCB’nin yanında yer aldı ve batılı ülkelere karşı güç kazanmaya başladı. Ancak SSCB’yi kullanması ülkedeki sol kesimi rahatsız etti. Sol görüşlü kişiler Davud’a karşı birleşti.
Sosyalist Afganistan
1978 yılında solcuların partisi olan Demokratik Halk Partisi darbeyle iktidarı ele geçirdi. Davud öldürüldü. Çoğu sürgün edildi. İşte her şey bu olaydan sonra başladı. Ülkedeki muhafazakar ve aşiret liderleri değişen bu sosyal yapıya uymadıkları için ülkenin kırsal kesimlerine yerleştiler ve orada örgütleşmeye başladılar. Ayaklanmalar başladı ve Afgan ordusu bu tarihte dağılma noktasına geldi.
1980 yılında Demokrat Halk Partili Bebrek Kemal Sovyetler Birliği’nin desteğiyle başa getirildi. Ancak muhafazakar-mücahit rejim karşıtları bu Sovyet yapılanmaya karşı direnmeye başladı. Böylece ABD’nin Afganistan politikası 1980 yılında başlamış oldu. ABD o dönem İran, Pakistan, Çin, Arabistan’a silah ve para yardımında bulundu. O yıl ABD’nin de etkisiyle karışmaya başlayan ülkede Afgan askeri tankları 1989 yılında Afganistan’ı terk etmeye başlar.
Sanırım bunu bilmeyen yoktur. ABD politikası siyasal İslamı sever, piyon gibi kullanır ve ülkelerin sosyal ve kültürel yapılarını bozarak daha çok gerilemesine neden olur. Bu değişimin en büyük acısını ise kadınlar çeker. Atatürk devrimleri Türkiye’yi yıkmayacak, bölmeyecek tek sağlam temel taşıdır.
Amerika Etkisi
Mücahit gruplar SSCB’ye karşı daha da güçlenirler. Gorbaçov askerini Afganistan’dan çekmek zorunda kalır. ABD mücahitlere stinger füzeleri verir. SSCB’nin helikopterini vururlar. Solcu Bebrek Kemal’in yerini Necibullah alır. 1988 yılına gelindiğinde ise SSCB, ABD, Pakistan, Afganistan barış imzalar böylece SSCB askerini geri çeker. Ancak mücahitler yine direnir ve Necibullah’ı devirir. ABD ve SSCB Afganistan’a yardım etmeme kararı alır. 1992 yılında Necibullah devrilir.
1993 yılında mücahitler siyasal islamcı Rabbani’nin lider olmasını ister. Ancak mücahitler arasında da bölünmeler ve kutuplaşmalar oluşur. İşte bu yılda Talibancılar ortaya çıkar. 1996 yılında Taliban, Kabil’i ele geçirir. Tıpkı bugün gibi…
Yıl 1998’dir mücahit zihniyete füze ve para yardımı yapan Amerika’nın başına Usame Bin Ladin bela olur. ABD, Afrika’daki elçiliklerini Ladin’in vurduğundan şüphelenir. 1998 yılında BM, Ladin’in yargılanmasını ister ancak Afganistan buna karşı çıkar ve BM bunun üzerine Afganistan’a ambargo uygulamaya başlar. Bu yıllarda Taliban etkisi daha çok kendini hissettirir. Ülkedeki Buda heykelleri yıkılır. Budist Hindu kadınlara kapanma zorunluluğu getirilir. Ülkedeki Hristiyanlar yargılanmaya başlar. Amerika’da yaşanan 11 Eylül 2001 yılındaki saldırının ardından İngiltere ve ABD, Afganistan’ı bombalar ve Ladin’i öldürür.
SSCB’nin gölgesinde ayakta durmaya çalışan Afganistan, SSCB’yle ilgisini kesip, ABD’yle flört etmeye başlar ve işler daha da karışır.
Yıl 2021, Nato zirvesinde alınan kararla ABD askerlerini geri çeker, Türk askerlerini oraya yerleştirmek ister. ABD rahat nefes alır. Ancak Putin’in, Gorbaçov’un yaptığı hataya düşeceğini sanmıyorum. Rusya etkisi orada kendini hissettirmeye devam edecektir. Rusya fiziki stratejik güvenliğini korumak içinde olsa, Afganistan’ı terk etmeyecektir. Peki, ABD’yle anlaşıp orada yer alan Türk askerleri ne olacak? Nasıl bir politikayla yönlendirilecek? Umarım Türkiye, Suriye’de yaptığı yanlış politikaları Afganistan’da da yapmaz.
Beni asıl endişelendiren mücahit zihniyetindeki kişilerin Türkiye’ye akın akın gelmeye devam etmesi. Peki, Atatürk değişen ülke tarihleriyle ilgili ne demiş? Okuyalım, okutalım!
“Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.
Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak!”
Alkışlarımla,
Nil Yurda
(yurdayurtseven@gmail.com)




















